ASSOS: Midilli (Lesbos) adasından gelen kolonistler tarafından Yunanlılaşmaya başlayan Assos yakın çevresine hükmeden bir merkez olmuştur. M.Ö. 560 yılında Lidyalıların eline geçen Assos, Troas’ın en güçlü ve önemli şehriydi. Antik döneme ait tarihçilere bakılırsa Assos ile Pedasos aynı şehirdi. Büyük tarihçi Hemeros Leleglerin güney Troas’ta yaşadıklarından bahsetmiştir. Leleglere başkentlikte yapmış olan Assos Akhilleus tarafından yıkılan Pedasos şehrinin yerine kurulmuştur. Assos para basılan ilk medeniyetlerdendir. Athena ve Medusa kullanılan Assos paraları mevut olup bilinen en eski parası M.Ö. 6. yy başlarındadır.
M.Ö. 546'da Hellespontos Phrygia'sı adıyla Pers İmparatorluğu’nun satraplığı haline gelmiştir. M.Ö. 387'deki Altalkidas Barışı’ndan sonra, Eubolos kendisinin Artakserkses'in yönetiminden bağımsız bir şekilde Atarneus ve Assos şehrinin yöneticisi olduğunu söyler. Onun ölümünden sonra kölesi "Hadım" Hermeias bu şehirler üzerinde hâkimiyet kurmuştur. Platon’un öğrencisi Hermeias, dostları Ksenokrates ve Aristotales'i Assos’a davet etmiştir. Evlilik yoluyla Aristotales ile akraba olmuştur. Aristotales üç yıl Assos'ta yaşamıştır. Hermeias, Assos’un bağımsızlığını M.Ö. 345'e kadar sürdürmüştür. Bir Pers generalinin ihanetiyle tutuklanarak başkente götürülmüş. Hermeias'ın mührü kullanılarak egemenliğin Artakserkses'e bırakıldığına ilişkin bir mektup hazırlanarak bağlılıkları süren şehirlere gönderilmiş böylece Assos'un hakimiyeti Perslere geçmiştir.
M.Ö. 334'te Granikos Savaşı'ında İskender'in Perslere karşı kazandığı zafer sonrasında Assos ve tüm bölge özgürlüğüne kavuşmuştur. İskender’in ölümüyle Troas Bölgesi'ne Galyalılar yerleşmiştir. Bergama Krallığı’nın yükselişiyle Eumenes ve Attalos'a vergi vermeyen kabileler Hellespontos kıyılarına sürülmüştür. 60 yıldan fazla bir süre bölgede kaldıktan sonra M.Ö. 216'da Arisbe yakınlarında yapılan bir savaşla yenilgiye uğradılar. M.Ö. 133'te III. Attalos'un ölümü ve bıraktığı vasiyetle Bergama Kralığı'nın bir parçası olarak Roma egemenliğine girmiştir ve hızlı bir yükselme dönemi yaşamıştır. Hıristiyanlığı ilk kabul eden şehirlerden olan Assos için ortaçağ karanlık bir dönem olarak geçmiş, Haçlı seferleri sırasında Fransızların egemenliğine girmiş olan Assos Bizans döneminde Makhramion adını aldı. 14.yy başlarında Osmanlı İmparatorluğu tarafından tüm bölgenin fethedilmesi ile birlikte Türkleşen Assos bu günkü Çanakkale ilinin en önemli turistik değeridir.
Athena Tapınağı: Akropolisin doğusundaki Athena tapınağı Anadolu’daki Arkaik Çağ tapınakları için çok özel bir yere sahiptir. M.Ö. 540-530 tarihleri arasında inşa edilen tapınak, bir sütun başlığı üzerindeki yazıta göre tanrıça Athena’ya adanmıştır. Cella içindeki mozaik döşeme tapınağın Hellenistik Çağ’a kadar kullanıldığını ortaya koymaktadır. 14.30X30.31 metre ölçülerindeki tapınağın uzun kenarlarında 13, kısa kenarlarında ise 6 adet sütun yer almaktadır Tapınağın çatısı dışında tamamı andezit taştan yapılmıştır. Mitolojik konular ve hayvan mücadeleleri ile süslenmiş olan friz ve metoplar bu gün Çanakkale, İstanbul, Louvre ve Boston müzelerinde sergilenmektedir. Tanrıçanın evi olarak kabul edilen kutsal odaya (Cella) sadece görevli tapınak görevlileri girebilirdi. Cella’da tapınağa ait heykel ve tanrıçaya sunulan hediyeler saklanırdı. Tanrıça için yapılan törenlerin tamamı o çağ inançlarına göre açık havada ayakta ve eller havaya kaldırılarak yapılmaktaydı. Tören alanı olarak tapınakların giriş kapısının bulunduğu doğu yönü seçilmekteydi. Bir sunak üzerinde yanan ateş içine tanrıçaya sunulan adaklar atılmaktaydı. Katiller sarhoşlar ve doğuştan kusurlu olanların tapınak alanına girmeleri yasaktır.
Bizans Çağı Kalıntıları: Geç Bizans Çağı’nda akropolis sığınma yeri olarak kullanılır. Bu amaç doğrultusunda akropolis, yuvarlak ve kare planlı kulelere sahip, bir sur ile çevrilerek kaleye dönüştürülmüştür. Kale içinde sarnıçlar, tahıl depoları ve konutlar bulunmaktadır. Söz konusu yapıların inşasında Athena tapınağının taşları kullanılmıştır.
Nekropolis: Assos kentinin mezarlık alanları kentin doğusundan batısına kadar uzanmaktadır. Ancak sadece Batı Kapısı önündeki mezarlıkta kazı ve araştırmalar yapılmıştır. Nekropolisteki en eski mezarlar urne ve büyük küp (pithos) mezarlardır. Ölüler bu büyük depo kaplarına ana karnındaki pozisyonda (hoker) yerleştirilmiştir. Genellikle ağızları doğuya bakacak şekilde,ana kaya üzerine yatırılmış ve ağızları taş ile kapatılmıştır. Bu tip mezarların en eskisi M.Ö. 7. yüzyılın ortalarına tarihlenmektedir. Yakılarak gömülen kişilerin külleri küçük vazolar (urne) içine konulmuştur. M.Ö. 6. yüzyılda sandık tipi mezarlar, M.Ö. 5. yüzyılda ise lahitler ortaya çıkar. Lahit mezarlar Bizans Çağı’na kadar kesintisiz kullanılmıştır. Lahitler Roma Çağı’na kadar basit, düz kapaklı, süslemesiz ve yazıtsızdır. Mezar sahiplerinin isimleri küp şeklindeki taş bloklara yazılarak lahitlerin üzerine konulmuştur. Roma Çağı’ndan itibaren lahitler süslenmeye ve uzun yüzlerine yazıt yazılmaya başlar. Lahitler dışında etrafları duvar ile çevrili aile mezarları da çok sayıdadır. Bunlardan biri Larichos ailesine aittir. Assos mezarlık alanında Roma Çağına ait olan anıtsal mezarlarda oldukça fazladır. Bunlardan en iyi korunanı M.Ö. 1. yüzyılın sonunda inşa edilmiş olan Publius Varius’un mezarıdır.Nekropolisin en eski ve Batı Kapısına bağlanan taş döşeli yol M.Ö. 6. yüzyılda inşa edilmiştir. Bu yolun kuzeyinde Roma Çağı’nda iki yol daha inşa edildiği tahmin edilmektedir. Mezarlara ölüler yakılarak veya günümüzdeki şekilde gömülmektedir. Genel bir kural olarak çocuklar hiç bir zaman yakılmamıştır. Özellikle Arkaik Çağda kadınlar yakılarak külleri küçük kaplara konulmuş, erkekler ise yakılmadan büyük küpler (pithos) içerisin gömülmüştür. Antik Çağ inanışına göre mezarlara genellikle değişik hediyeler konulmuştur.
Agora: Antik Çağ’da insanların toplandıkları siyasi ve ticari faaliyetleri yürüttükleri kamusal alanlardan en önemlisidir. Agora için halkın toplanmasına uygun düz bir alan yeterlidir. Assos agorası kentin doğu ve batısındaki konut bölgelerinin ortasında ve tiyatronun hemen batısındadır. Kentin doğusundan, batısından ve liman yönünden gelen yollar agorada kesişmektedir. Agoranın doğu köşesinde kentin meclis binası (Bouleuterion) yer alır. Kuzey ve güney kenarlarında ise stoalar uzanmaktadır. Güney stoanın hemen önünde Roma Çağı’nda inşa edilmiş hamam yapısı bulunmaktadır. Agoranın ana kapısı batı yöndedir. Girişin hemen güneyinde küçük tapınak, Bizans Çağı’nda kiliseye dönüştürülmüştür.
Bouleuterion: Şehir meclisinin toplantı yeri olarak kullanılan yapı, kare planlıdır. Çatı içerideki dört sütun tarafından taşınmaktadır. Yapının girişi agoraya bakan batı yönünde olup diğer yönler kapalıdır. Girişin bulunduğu batı yönünde dört sütunun arası parmaklıklar ile kapatılmıştır. Yapının içinde giriş yönü hariç olmak üzere, üç tarafında ahşap oturma sıraları vardır. Bouleuterion’daki yivsiz sütunlar Dor düzenindedir. Meclis binası tespit edilen bir yazıta göre M.Ö. 4. yüzyılda inşa edilmiştir.
Stoa: İnsanları güneş ve yağmurdan koruyan Stoa, tüccar, zengin kişiler ve filozofların buluşma noktasıdır. Agora’nın kuzeyindeki ana kaya (konglomera) stoanın inşası için kesilmiştir. Güneye bakan iki katlı stoa 111.52 m. uzunluğunda ve 12.42 m. genişliğindedir. Agoraya açılan mekanların ön tarafındaki merdiven tüm yapı boyunca uzanır. Stoanın içinde ve önündeki sütunlar Dor düzenindedir. Stoanın mekanları içindeki sütunlar düz, ön cephedekiler ise kanallıdır. Birinci kat kalın ahşap kirişlerle taşınmaktadır. Agoranın güneyindeki stoa kot farkında dolayı daha fazla katlı olup, üstteki katı agoraya açılmaktaydı. Stoanın zemininde su ihtiyacını karşılayan sarnıç bulunmaktadır. Assos Stoa’nın M.Ö. 2. yüzyılın ortalarında inşa edildiği tahmin edilmektedir.
Tiyatro: Agoranın güneyindeki tiyatro andezitten inşa edilmiştir. At nalı planı ile Yunan karakteri gösteren yapıya, Roma Çağı’nda orkestranın önüne iki katlı bir sahne binası yerleştirilmiştir. Yapının bir yamaca yaslanması ve manzaraya dönük olması gibi özellikleri de yine Yunan tiyatrolarının karakteristik özelliğidir. Tiyatronun oturma basmakları dikey merdivenler ve yatay gezinti yerleri (diazoma) ile bir birinden ayrılmıştır. Tiyatroya doğu ve batı yönünden diazomaya açılan iki tonozlu geçitten girilmektedir. Tiyatronun orkestrasını çeviren bir su kanalı vardır. Oturma sıralarının güneye bakan tarafları derin birer tonoz üzerine oturmaktadır. Roma Çağı’nda ilk oturma sırası kesilerek, korkuluk levhalarının ilave edilmesi gladyatör oyunları ile bağlantılı olmalıdır. Oturma sıraları üzerinde dört adet yazıt tespit edilmiştir. Bunların üçü, demirciler, dericiler ve taş işletmecileri gibi meslek gruplarına aittir. Dördüncüsü ise Serapis kültü veya bu külte mensup kişilerle ilgilidir. Yazıtlar, bu meslek gruplarının tiyatroda rezervasyon yaptırdıklarını ortaya koymaktadır.
Tiyatrodaki oturma yerlerinin kenarlarındaki delikler izleyicileri güneşten korumak için dikilen gölgeliklerin ahşap direkleri içindir. Tiyatronun batı yönünde toprak kayması nedeni ile meydana gelen bozulmalar hala görülmektedir. M.Ö. 4-3. yüzyılda inşa edilen tiyatro Roma Çağı’nda da bazı eklenti ve değişiklikler yapılarak kullanılmaya devam edilmiştir.
İlk kez 1881-1883 yılları arasında Amerikan kazı heyeti tarafından kazılan tiyatro, 1980’li yıllarda Türk heyeti tarafından tamamen açığa çıkarılarak restorasyonu yapılmıştır.
Ayazma Kilisesi: Batı Kapısı’nın 400 m. kadar güneybatısındaki kilise, Ayazma Tepesi üzerinde yer almaktadır. Bu yüzden “Ayazma Kilisesi” olarak adlandırılmaktadır. Ayazma kelimesi, Yunanca “Hagiasma” yani “kutsal su” veya “su olan kutsal alan” anlamına gelmektedir. Roma Çağı’nda nekropol olarak kullanılan Ayazma Tepe, lahit ve anıt mezar kalıntıları ile kaplıdır. Kilise, Ümit Serdaroğlu başkanlığı döneminde gün yüzüne çıkartılmıştır. 2007 yılında kilisede, temizlik ve kazı çalışmalara yeniden başlanmıştır. Kilise, kısmen Roma Çağı anıt mezarının podyom duvarı üzerine inşa edilmiştir. Kilise, uzun bir naostan oluşmaktadır. Naosun uzun kenarlarına, yan mekânlar ilave edilmiştir. Naos’u yan mekânlardan ayıran duvarlar, devşirme taşlarla örülmüştür. Duvarların iyi korunmuş kısımlarları yer yer 1.7 m. yüksekliğindedir. Naosun zemini, Roma Çağı lahitlerinden elde edilmiş levhalarla, Bema’nın zemini ise mermer plakalarla kaplanmıştır. Kilisenin ikinci inşa safhasında, naosun yan duvarları önüne banklar ilave edilmiş. Doğuda naos, bir templon ile bemadan ayrılmıştır. Bemanın zemini, mermer plakalarla kaplanmıştır. Yuvarlak planlı apsise, synthronon eklenmiştir. Mermer plaka ile kaplı kısa ve dar bir geçit; bemayı, naosun ortasında duran ambona bağlamaktadır. Basamaklı ambon, Roma Çağı lahitlerinden yapılmıştır. Yan nefler, ikinci yapı safhasında küçük odalara bölünmüş ve naosa açılan üç kapı ilave edilmiştir. Küçük odalardaki lahitler, bu mekânların mezarlık olarak kullanıldığını göstermektedir. Naosun batı yönüne 25x15 m. ölçülerinde bir narteks eklenmiştir. Narteks güneyindeki dar cephedeki kapı, kilisenin ana girişidir. Zemini ana kaya olan nartekse ölüler gömülmüştür. 2007 yılından beri narteks batı yönündeki alanda, kazı çalışmaları sürdürülmektedir. Kilisedeki bu araştırmalarda, kilisenin batı yönünde ikinci inşa safhasında, birçok küçük mekân ilave edilmiştir. Bunlardan bazılarının zemini, çok itinalı bir şekilde devşirme plakalar ile kaplanmıştır. Muhtemelen bu mekânlara da ölüler defnedilmiştir. Narteks önünde, yan yana dizilmiş dört adet lahit bulunmaktadır. Lahitler, toprak üzerinde olmaları nedeniyle soyulmuştur. Bu yüzden lahitlerin içerisinde, erhangi bir buluntu ve iskelet parçası ele geçmemiştir. Kilisenin güney köşesine, son inşa safhasında, küçük bir şapel eklenmiştir, şapelin zemini mermer kaplıdır. M.S. geç 9. veya 10. yüzyılda inşa edilen kiliseye, daha sonraki yüzyıllarda ilaveler yapıldığı anlaşılmaktadır. Bir kilisenin bütün ögelerine sahip yapı, basit ve gösterişten uzaktır. Çok fazla sayıda devşirme parçalarla inşa edilen yapı, bir mezar kilisesi olarak kullanılmıştır.
Batı Kilisesi: Agoranın güneyinde, tiyatro ile aynı terastaki kilise, Batı Kilisesi olarak adlandırılmıştır. Kilise, Clarke ve Bacon tarafından açığa çıkartılır. Mozaik deseni ve planı çizilen Batı Kilisesi, kısa bir yazı ile tanıtılır. 1990 yılında yeniden temizlenen kilise üç nefli ve yarım daire formlu apsislidir. Son yapılan kazılarda iki mekânlı narteks bölümü açığa çıkartılmıştır. Narteks ile önündeki odalar, payandalar ile bölünmüştür. Payanda üzerindeki mermer kaplama plakalar in situ olarak korunmuştur. Nartekse girişi sağlayan orta eksendeki kapının eşiği, yerinde durmaktadır. Narteks kapısının tam karşısındaki naosun girişi, daha sonraki bir dönemde duvarla kapatılmıştır. Narteks’in zemini, dörtgen mermer plakalar ve korkuluk levhası ile kaplanmıştır. Korkuluk levhası, baklava dilimi şeklinde kesilip; içlerine değişik renkli mermer parçaları yerleştirilerek, opus sectile görünümü elde edilmiştir. Kilisenin ana mekânı, iki sıra sütunla üç nefe ayrılmıştır. Kuzeydeki nefin zemini taş plaklarla kaplı olup, arkasındaki duvar düzenli bir şeklilde kemerli nişlerle bölünmüştür. Büyük bir olasılıkla bu bölüm, Roma Çağı’na ait olmalıdır. Kuzeydeki yan nefin zemini, naosun zemininden daha yüksektir. Güneydeki yan nef daha dar ve naos zemininden daha da aşağı seviyededir. Eğimli arazide kot farklarını gidermek için, kademeli dolgu yapılmıştır. Farklı seviyedeki mekânların duvarlarında kullanılan büyük taş blokları ve yerde yatan sütun tamburları, hiç şüphesiz Roma Çağı yapılarına aittir. Yan neflerin zemininde yatan sütunlar, mermer ve andezittir. Mermer sütunlardan biri üzerinde, haç bezemesi vardır. Kemer taşlarının büyük bir kısmı, kilisenin içerisinde ele geçmiştir. Kilisenin inşasında, andezit ve mermer devşirme parçalar kullanılmıştır. Dıştan yarım daire şeklindeki apsis duvarı içinde, bir sıra halindeki, düzgün dikdörtgen blok taşlar göze çarpmaktadır. Apsisin iç kısmı, dış kısmın aksine moloz taş ile örülmüştür.Naos ve bemanın zemini, yazıtlı mozaiklerle kaplanmıştır. 1990’lı yıllarda yeniden açığa çıkartılan bemadaki mozaiğin yazıtlı bölümü, tahrip olmuştur. Mozaik; asma, örgü ve volüt motiflerinden oluşan bir kenar bordürü ile çevrilmiştir. Mozaiğin üzeri; farklı büyüklüklerde simetrik dörtgen alanlar, eşkenar dörtgen, çiçek, örgü ve kuşlar ile süslenmiştir. İki satırlık yazıta göre; mozaik, “Alypios” tarafından yaptırılmıştır. Madalyon ve eşkenar dörtgenden oluşan motif, bema ve naos mozaiklerini birbirine bağlamaktadır. Naosun batısındaki ikinci yazıta göre; mozaiği yaptıran, Satarnilos’tur. Naosdaki mozaik, sadece sekizgen madalyonlardan oluşan, şematik bir çizim şeklinde yayımlanmıştır. Üç nefli büyük kilise, mimari özelliklerine göre M.S. 5. veya 6. yüzyılda inşa edilmiş olmalıdır.
Gymnasion: Yapı, kare planlı geniş bir avlu ve bunu çevreleyen gölgelikten oluşmaktadır. Gençlerin spor müzik edebiyat ve fen bilimlerinde eğitim gördükleri Gymnasionlar M.Ö. 4. yüzyıla kadar şehir dışında ve ormanlık alanlarda yer almaktaydı. Ancak daha sonra kentlerin içerisine inşa edilmeye başlar. Assos Gymnasion’unda ele geçen bir yazıta göre yapı M.Ö. 2. yüzyılda inşa edilmiştir. Öğrencilerin yıkanmaları için gerekli olan su ihtiyacı için avlunun güney kenarına büyük bir sarnıç yapılmıştır. Gymnasion’un kuzey bölümü Bizans Çağı’nda Kiliseye dönüştürülerek zemin mozaik ile kaplanmıştır.